15 Mayıs 2016 Pazar
Bekleyişimiz Gül Kurutur Abiler
Şiirimiz miydi yoksa bu gülleri kurutan? Önemi yok, sonunda kuruyan biz olduktan sonra. Hem şiir, bekleyişin çocuğudur derler. Aralarında böyle ufak mevzuların lafı olmaz. Sahi, nedir bizi bunca bekleten? Çevrenizdekilere bir bakın, herkes bir şeyleri bekler. Kimilerince bu bir sevgilidir, kimilerince mal mülk, kimilerince de bir otobüs. Otobüs deyip geçmemek lazım, bekleyen nüfusunun yarısından fazlası onu bekler bu hayatta. En çok muhatabı olan fakat en önemsenmeyen bekleyiştir o. Sonuç olarak, türü ne olursa olsun herkesin beklediği bir "beklenen" mevcuttur. Peki farkı ne bu beklemelerin, neden bazı beklemeleri içimizi acıtacak kadar önemserken bazılarını olağan karşılarız? Birini diğerinden daha önemli kılan ne? Cevap basit: "nasıl beklediğin". Kerem'in Aslı'yı beklemesiyle bir olur mu hiç Berkecan'ın Dilansu'yu beklemesi? Yahut karganın kelebeği beklemesiyle aynı mıdır, kelebeğin kargayı beklemesi? Birisi gül kuruturken, bir diğeri gül gibi kurur sevdasından. İşte bekleyişinin gülü, sevdasının kendisini kuruttuğu bir adamı anlatacağım sizlere. Nam-ı diğer "Nakış Baba"yı. Kendisi Ankara'da bir evi ve bin bir çeşit çiçeği olan, otuzuna merdiven dayamış bir doçent. Bir hekim. Tıp eğitiminin ardından TUS' u geçemeyince pratisyen doktor olarak atandığı Söğütlü beldesinde vurulmuş kendini kurutan güle. Bir gün akşam yemeğine davet edildiği ağanın evinde, tam da sevdaya kapatmışken gönül kapılarını, birden vuruluvermiş genç kızın efsunlu bakan gözlerine. Öyle ki sırf o gözlere biraz daha bakabilmek için dokuz bardak çayı devirivermiş midesine. Tabi hal böyle olunca bizim bahçenin gülü de anlamış doktorun muhabbetini, kıpkırmızı olmuş hicabından. Aradan zaman geçmiş geçmesine lakin gönül geçmiyor. Bir gün kız hemşire hanımdan kitap almak bahanesine vurmuş sağlık ocağının kapısını. Nakış Baba'nın kalbi heyecandan maraton koşuyor ama açmış tabi kapıyı. Meğer kızın gönlü de ona düşmüş. O kapının eşiğinde an kadar kısa bir zamanda yürekler söz vermiş birbirine. Kibrit kutularının içine yazdıkları mektuplarla haberleşmişler nice zaman. Malum küçük belde, ağanın da inadı inat ben köyden dışarıya kız vermem diye. Artık daha fazla dayanamayan doktorsa talip olmak istiyor bizim güle. Köyden saydığı bir aileyle birlikte düşüyorlar yollara ama ne fayda. Ağa keskin sirke, küp kırıldı kırılacak. Kovmaktan beter ediyor, sen göçmen kuşsun bense kızımı yanımda isterim diyor. Ne derse desin ikna edemiyor Nakış Baba onu. Zaten bir haftaya kalmadan da haberi geliyor Sultan'ın. Köyün saygıdeğer bir ailesinin oğluyla sözü kesilmiş, gelin gidecekmiş. Dayanamıyor Doktor Fuat, kaçalım gel diyor. Ama öyle kolay mı? Ağa acımaz ikisini de vurur. Sultan çok iyi biliyor bunu ve söz veriyor Nakış Baba'ya, yalnız seni sevdim ve hep seni seveceğim. Ama bu aşka bir kurban gerekiyor, o da ben olacağım. Sözüm sözdür, sana ait kalacağım diyor mektubunda. Nakış Baba yıkılmış, görev süresinin biteceği günü iple çekiyor tabi. Düğün günü dar geliyor dünya, iki senelik iznini yazıp geri dönüyor İstanbul'a. Günler sanki saatlerden geçiyor gibi yakıyor canını Nakış Baba'nın. Derken bir haber vuruyor kapısını, Sultan düğünün ertesi günü eve gelmiş, doktor hakkında da vur emri çıkmış. Hayret dolu doktorun yüz ifadesi, ne olduğunu soruyor hemşiresine. Yirmi gün sonra cevap geliyor hemşireden. Meğer Sultan yalvarmış evlendiği adama, benim sevdiğim var ben seni sevemem bırak da gideyim ne olur kardeşim, demiş. Adam da elini sürmemiş ona. Ardından dedikodular almış başını gitmiş, bizim doktor Sultan'a el sürdü diye görüldüğü yerde vurulsun denmiş. Hemşire de İstanbul'dan ayrılması için uyarmış Nakış Baba'yı. Ama yürek durur mu hiç, hemen haber yollatmış sevdasına gel kaçalım diye. Sonuç yine hüsran, ailemi ezip geçemem bir daha demiş Sultan cevabında. Böylelikle başlamış bizim doktorun Nakış Baba olmasını sağlayacak beş senelik hasret günleri. Sır gibi saklamış sevdasını, günlüğünden başka kimselere de anlatmamış. Doçent olduğu sıralarda bir gün, Sultan'ın amcası ve onun oğlunu görmüş koridorun ucunda. Beldede kendisinin yardımcısı olan hemşire-ricasıyla onu da kendi çalıştığı hastaneye getirtmişti- hanımı gönderip onların maddi manevi her türlü ihtiyaçlarını karşılamasını, gerekenleri yapacağını söylemiş. Bu da yetmemiş dağ tepe demeden kendisini arayan adamın ameliyatına girmiş, insanlık nedir görün der gibi. Nihayet karşılarına çıkmaya niyetlendiğinde de hemşiresi durdurmuş onu. Önce ben konuşayım, senin masum olduğunu, Sultan'a dokunmadığını ve onlar için yaptıklarını anlatayım demiş. Öyle de yapmış. Eşref de babası da öfkelenmeleri beklenirken öyle ezilmişler ki bu iyiliklerin altında, giderken söz vermişler ağayla konuşup sevenler için ellerinden geleni yapacaklarına. Ama ne fayda, sonuç yine hüsran. Ağa küplere binmiş. Doktor Fuat'ın umutları da tekrar yerle yeksan olmuş. Ta ki ders alsın diye Ercan'a günlüğünü verip hikayesini anlatana kadar. Ercan, üniversite sınavına hazırlanan, doktor Fuat'ın kuzeninin oğlu. Ona Nakış Baba lakabını yakıştıran da bizzat kendisi. Ailesinden iki günlük tatil için izin isteyip Söğütlü'ye giden ve kimsenin dize getiremediği ağanın yüreğini yumuşatan on sekiz yaşlarında kumral, yakışıklı bir delikanlı. Beş yıllık hasreti sona erdiren ve Fuat'ı gönül ikliminin Sultan'ına kavuşturan kişi. Hikayenin sonrasını ise Doktor Fuat'tan dinleyelim:
"Ela, derin, sihirli ışınlarıyla dünyayı kuşatır gibi bakan gözler; engin, nihayetsiz mesafeleri yutan asude bir gökyüzünü andırıyordu. Onlarda yitirmiştim kendimi. Sultan'ın fısıltılı sesi kulaklarıma ninni gibi geliyordu:
-Köylüyü düğünümüze davet etti Ercan.
+Güzel.
-Sana bir sorum var.
+Sor.
-Araya yıllar girdi. Umudumu çoktan kesmiştim bile. Ya sendeki nasıl bir sabırdı söyler misin?
+Bilmem, aşk bu olmalı bence.
-Başka birisi olsa unuturdu.
+İnanır mısın, çok denedim bunu. Ama ne yapsam seni unutmaya gücüm yetmedi."
Not: Anlattığım hikaye Ahmed Günbay Yıldız'ın Seni Unutmaya Gücüm Yetmedi isimli romanında tanıştığım güzel insan Doktor Fuat'ın hikayesidir. Ayrıntılarıyla dinlemek isterseniz, 7.5 TL'ye tüm detaylarına vakıf olabilirsiniz. Güneşli günler...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder