29 Mayıs 2016 Pazar

Fethi Gerçekleştiren Sır: Sevda


 Fethin 563. yıl dönümünde Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul surlarına bakarak yazdığı ve Efendimiz(s.a.v.)'e hitap ettiği şiire kulak verelim şimdi sizlerle.



Sen kokmayan gülü neyleyim,
Neyleyim sensiz baharı?


Sen doğmayan günü neyleyim,
Neyleyim sensiz ben dünyayı?

Senin tenine değmeden gelen yağmuru istemem,
meltemi istemem.
 

Seni parlayacaksa parlasın yıldızlar,
Sana yanmayan yıldızı semalarda istemem.

Bülbüller söyleyecekse seni söylesin,
Senden okumayan bülbül olsa dinlemem.

Özlemim sen olacaksan yansın yüreğim,
Sılası sen olmayan gurbeti istemem, vatanı istemem.

Bir ateş yakacaksa beni kalbimden,
Senin aşkının ateşi yaksın,
 

Senden gayrı başka bir aşkla kül olursa kalbim,
Bu kalbi istemem, ateşi istemem, koru istemem.

Seni göremediğim vahalar bedevilerin olsun,
Ben senin çölünü isterim, suyu istemem.

Sana çıkacaksa durmaz yürürüm,
Sonu sen çıkmayan yönü istemem, yolu istemem.

Ben gönüllü bir köleyim, kulağımda küpem.
Kalbini fethedecekse geçerim bin Sina’yı birden.

Yoksa neyime?
Bu fethi istemem, Mısır’ı istemem, cihanı istemem.

Ben Sultan Fatihim, önündeyim İstanbul’un.
Yakarım bu şehri yüzünde bir tebessüm için.

Yoksa gül yüzünü güldürmeyen sultanlığı istemem,

İstanbul’u istemem.

Ben bir garip yunusum, yazdığım sensin, yandığım sen.
Senden gayrı bir aşka ben kalemi istemem, kağıdı istemem.

Ben senin ümmetinim, sensin benim efendim.
Senden gayrı, senden başka efendi istemem, sevgili istemem, istemem…


-Avni
Unknown Baş Deli

27 Mayıs 2016 Cuma

Psikoloji Dedikoduları





Bunları biliyor musunuz?

• Irwin Yalom'un düzenli olarak Rollo May'den psikoterapi aldığını,

• Erich Fromm ve Karen Horney'in fırtınalı bir aşk yaşadığını, ilişki bittiğinde Karen Horney'in harap halde olduğunu, depresyon ve cinsel problemleri nedeniyle terapi aldığını,

• Freud'un çok kıskandığı nişanlısı Martha'ya mektubunda "Şu andan sonra kendi ailende ancak bir misafirsin. Seni hiç kimseye bırakmam... Eğer benim hatırım için ailenden vazgeçecek kadar beni sevmiyorsan beni kaybedersin ve hayatını bir enkaza çevirirsin. Zorbalık yapmak zorunda kalırım." dediğini,

• John Watson'un gelmiş geçmiş en yakışıklı psikoloji bilim adamı olduğunu (Yeşilçam Jönlerine Benziyor) eşini öğrencisi ile aldattığını, sonra öğrencisini gene öğrencisi ile aldattığı için üniversite tarafından istifası istendiğini ve reklam sektörüne yöneldiğini, (Dipnot: Babası da annesini defalarca aldatmış)

• Kendi alanında yaptığı çalışmalarla zengin olmayı başaran ilk psikoloğun Edward Thorndike olduğunu, oldukça yüksek telif ücreti alan ünlü psikoloğun 1924 yılındaki yıllık gelirinin 70 bin dolar olup o döneme göre çok büyük bir para olduğunu,

• Üniversiteyi yeni kazanan genç Pavlov için hocasının "Geldiği köylü sınıfı için çok zeki ve çok iyi eğitimli fakat asla ulaşamayacağı aristokrasi sınıfı içinse çok sıradan ve çok fakirdi." dediğini,

• Pavlov'un eşiyle karşılıklı anlaşma yaptığı ve maddelerde eşinin görevinin Pavlov'u işinden alıkoyacak hiçbir şeyle meşgul etmeyeceğini buna karşılık Pavlov'un da cumartesi ve pazar günleri hariç asla içki içmeyeceğine ve kumar oynamayacağına söz verdiğini,

• Skinner'ın ilk kitabının 8 sene boyunca sadece 500 kopya sattığını, buna karşın 50 yıl sonra "modern psikolojinin çehresini değiştiren bir avuç eserden birisi" olduğu yorumu yapıldığını,

• Freud'un Carl Jung'u varisi bırakmak istemesinin en başlıca sebebinin kendisi ve çevresindeki takipçilerin Yahudi olması, bilim dünyasına kendisini ve fikirlerini kabul ettirebilmesi için saygın ve soylu bir kişiye ihtiyaç duyması olduğunu ve Goethe ile bile akrabalığı bulunan Jung'un bunun için tam aranan kişi olduğunu,

• Maslow'un "Tüm hayat felsefem, araştırmalarım ve teorilerim köklerini annemin savunduğu değerlere karşı duyduğum tiksinti ve nefretten almıştır." dediğini,

• O kadar yeteneksiz ve beceriksiz olan Adler için öğretmeninin babasına ayakkabı çıraklığından başka bir şey yapamayacağını söylediğini,

• Descartes'in dans etmeyi ve kumarı sevdiğini, matematik yeteneğinden dolayı iyi bir kumarbaz olduğunu, insanlara ait tüm kötü alışkanlıklara, zaaflara ve eğlencelere hevesle katılan bir maceracı ve kılıç ustası olduğunu.



Paylaşım ve bilgiler için Fatih Pulat'a teşekkür ediyoruz.
Unknown Baş Deli

26 Mayıs 2016 Perşembe

Akademik Erteleme Eğilimi



 


 

 

 

ÖZET
Bu çalışmanın amacı üniversite öğrencileri arasında yaygın olarak görülen akademik erteleme davranışı ile mükemmelliyetçilik kişilik özelliği arasındaki ilişkinin yordanmasıdır. Bu araştırmanın örneklemi Giresun Üniversitesi bünyesinde eğitim veren Fen-Edebiyat Fakültesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Mühendislik Fakültesi ve Sağlık Bilimleri Fakültesinde eğitim hayatını sürdürmekte olan 758 (158’i kız, 600’ü erkek) üniversite öğrencisinden oluşmaktadır. Bu çalışmanın yöntem kısmında bilgi edinme aracı olarak Kişisel Bilgi Formu ve  Erteleme Davranışı Değerlendirme Ölçeği Öğrenci Formu kullanılmıştır. Yapılan araştırma sonuçlarına göre akademik erteleme davranışıyla mükemmelliyetçilik kişilik özelliği arasında anlamlı korelasyonel ilişkilerin varlığı ortaya konulmuş, mükemmeliyetçi kişilik özelliğine sahip olan üniversite öğrencilerinin  mükemmelliyetçi kişilik özelliğine sahip olmayanlara göre erteleme davranışına daha sık olarak başvurduğu gözlemlenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Akademik erteleme eğilimi, genel erteleme davranışı, mükemmelliyetçi kişilik özelliği, üniversite öğrencileri

 

GİRİŞ

Erteleme Eğiliminin Tanımı

  Erteleme eylemi; tamamlanması gereken sorumlulukları gerçek dışı bir eğilim ile başka bir zamana öteleme davranışı olarak tanımlanmaktadır (Flett, Blankstein ve Martin, 1995). Knaus (1998) ise ertelemeyi, ilk iş olarak görülen ve önceliği olan eylemi geciktirmek, sonraya bırakmak olarak açıklamıştır. Bunun yanında, bugün yapılması gerekenlerin yarına bırakılması olarak da tanımlanabilir (Ferrari, Johnson ve McCown, 1995). Erteleme eğilimi karar vermeyi, bir işi gerçekleştirmeyi geciktirme ya da ertelemeye yönelik davranışsal bir eğilim ya da bir kişilik özelliği olarak tanımlanmaktadır (Milgram, Mey-Tal, ve Levison, 1998). Bunun yanında daha spesifik olarak erteleme eğiliminden bahsedilecek olursa, bir bireyin yapma kapasitesine sahip olduğu ve yapmaya daha önceden karar verdiği önemli bir işi gereksiz bir biçimde erteleme davranışı olarak tanımlanmaktadır (Grecco, 198; Akt.: Farran, 2004). Literatürde belli biçimlerde yer alan bu kelime terimsel olarak, Latince yarına kadar ertelemek anlamına gelen “procrastinatus” fiilinden türemektedir (Balkıs, 2006). Ayrıca Ellis ve Knaus (1977), erteleme eğilimini görevi ertelemede, her zaman her şeyin en iyisini, en mükemmelini yapmaya ya da kaçınılmaz olan gelecekteki kazançlar için halihazırdaki acılara katlanmaya yönelik mutlak bir talep gibi kendi kendini engelleme (selfdefeating) felsefesinde ileri gelen, bireylerin problematik bir alışkanlıgı ya da kişilik özelligi olarak tanımlamaktadırlar. Buna benzer olarak, Silver ve Sabini (1981;Akt. Farran, 2004: 12), erteleme eğiliminin kendi kendini aldatma ya da kendi kendini engelleme şeklinde akılcı olmayan bileşenleri içerdiğini savunmuşlardır. Psikolojik danışmanlar ve çeşitli akademisyenler de  erteleme eğilimini, bireyin kabiliyetlerinin önemli bir işlevsizliği ve tamamlanması gereken bir görevi ertelemeye yönelik irrasyonel bir eğilim olarak kavramsallaştırmışlardır (Milgram, Sroloff ve Rosenbaum, 1988:197).

  Erteleme, eski bir tarihi olan fakat incelenmeye yeni başlanan bir çalışma alanıdır. Araştırılmaya başlanması otuz ile kırk yıl öncesine dayanmasına rağmen varoluştan beri süregelen bir sorunsaldır. Rutin hayatın her anını baskılayan bu davranış problemini yaşayan kişiler, yaptıkları planlara uyma ve bu planları uygulama aşamalarında büyük sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Bu tip bireyler bir plana başlamakta hızlı ve istekli davransalar da bu davranışı uzun süre devam ettirememektedirler. Birtakım araştırmacılar erteleme eğiliminin içeriğinin tam anlamıyla kavranabilmesi için erteleme eğiliminde olan  bireylerin her zaman değişmez bir biçimde izledigi on bir temel adım ileri sürmüşlerdir. Bu adımlar:

1- Erteleme eğilimine sahip bireyler bir görevi tamamlamayı isterler ya da sonucun yararlı olabilecegini anladıkları için en azından bunu yapmayı kabul ederler.
2- Kabul edilen iş ve oluşu yapmak için kesin bir karar alırlar.
3- Anlamsız ve geçersiz bir biçimde karar verilen davranışı yapmayı ertelerler.
4- Erteleme davranışının  avantajlarının yoksunluğunu ya da dezavantajlarını fark etmezler.
5- Gerçekleştirmeye karar verdikleri davranışı ertelemeye devam ederler.
6-Erteleme davranışı için kendilerini azarlarlar. (Var oluşlarını aşağılamaya karsşı rasyonelleştirme mekanizmasını kullanarak ya da kendi bilincinden çekip atarak kendi kendilerini savunurlar) .
7- Ertelemeye  davranışına devam ederler.
8- İşlerini tamamlamak için son teslim tarihine çok yakın bir zamanda acele ederek bitirmeye çalışırlar ya da görevlerini çok geç tamamlarlar ya da hiçbir zaman tamamlayamazlar.
9-Bu lüzumsuz ertelemelerinden dolayı kendilerini rahatsız (tedirgin, sıkılgan, mahçup) hissederler ve suçlarlar.
10- Bu biçimde gerçekleştirilen erteleme davranışının tekrar olmayacağı konusunda kendi kendilerine güvence verirler ve bu önleme taahhütlerinde tamamen ve içtenlikle kendilerini inandırırlar.
11- Sonuç olarak bundan sonra özellikle eğer komplike, zor ve tamamlaması zaman alıcı bir görev olursa tekrar erteleme eğilimine girerler (Ellis ve Knaus,1977).

Erteleme Eğiliminin Tarihçesi
  Literatürde yazınlar incelendiğinde görülecektir ki erteleme kavramı ortaya atıldığında/görüldüğünde kullanılan ilk terim “tembellik” olmuştur. Bu terimin kullanılmasının anlamlılığı Ortaçağ rahiplerinin yaşantılarına dayanmaktadır. Tembellik davranışı rahip ve manstırca bir günah olarak tanımlanmış ve genel olarak öğlen vakti diye nitelendirilmiştir. On üçüncü yüzyıla gelindiğinde ise Saint Thomas Aquinas isimli bir aydın tarafından tüm insanlar için işlenen bir günah olarak adlandırılmış ve kendisinin yazmış olduğu Yedi Ölümcül Günah arasında bu terim de yerini bulmuştur. (Mortimer, 1962.Akt.:Farran, 2004: 8). Ortaçağ dönemlerinde tembellik, bireyin davranışlarında kendini gösteren ihmal ve bir bitkinlik durumu olarak tanımlanmıştır. Bu zamandan günümüze gelen kadar bireyin yaratıcılığını ve üretkenliğini engelleyen baş düşman olarak görülmüştür. Daha sonra 19. yüzyılda Samuel Johnson farazi terimler içinde bu işlevsizliğin menbaını analiz etme çabası içine girmiştir.

 Samuel Johnson öncellikle bireyi tembellik yapmaya yönlendiren temel üç adet psikolojik sorun ileri sürmüştür. Bu üç neden sadece nevrotik etmenlere bağlı olarak erteleme eğiliminin güncel olan genel görüşünü ifade etmektedir.  Bu umumi yanlış anlayış bugüne dek varlığını sürdürmüştür. Samuel Johnson’un üç psikolojik nedeni:
1.      Aşırı düzeyde şişirilmiş benlik imajı
2.      Tüm işlerde mükemmel, en iyi olma isteği
3.      Acıdan kaçınma, acıyı erteleme arzusudur.
Bu içsel sıkıntıların ve kaygıların bir sonucu gibi görülen erteleme eğilimi tanımı, genel terimsel oluşumun bir başlangıcı gibi görünmektedir.

   William James ise, erteleme davranışının psikolojik ve fizyolojik etkilerini incelemiştir. Erteleme davranışının yalnızca ruhsal durumlarla değil aynı zamanda listeleme, öncelikleri belirleme ve rutin egzersizler tipindeki davranışsal farklılaşmalara da karşı çıkan psikolojik mizacın ve tembellik durumunun bir sonucu olduğunu gözlemlemiştir (Akt.: Farran, 2004:8).

   Ellis ve Knaus (1977) kendi klinik tecrübelerinde karşı karşıya geldikleri devinimsel olaylar vasıtasıyla erteleme eğilimine yönelik bilişsel davranışçı yaklaşımı derecenlendirip nitelendirmişlerdir. Ek olarak erteleme eğilimini, ruhsal bir rahatsızlık olduğu genel inancından uzaklaştırmalarına karşın, hala niteliksizliğin zihinde başladığı genel yargısına bel bağlamış durumdadırlar. Örnek gösterilecek olunursa, bu araştırmacılar mental durumlar (korkular, kaygılar ve öz eleştiri) ile davranışlar (ertelemeler) arasında bir bağlantı olduğunu iddia etmektedirler. Bunlar, erteleme eğiliminin davranışsal görünümünü açığa çıkaran nedensel ajanlar olarak tanımlanan neden ve etki ilişkisinde bir metod gibi net olarak ilişki görmüsşerdir. Onlara göre bu bağlantı neden sonuç ilişkisi gibi bir ilişkidir.
 İncelemecilerin bilişsel ve davranışsal etmenlerin karşılıklı etkileşimlerini araştırmalarını son on yıla dayanan bir durum değildir. Bu olgusal ilişlileri ilk olarak Lay’ın (1987) kişiliğin beş büyük etkileyeni ve Eysenck’in kişilik boyutları çerçevesinde erteleme eğiliminin kişilik derecelerini araştırmışlardır. Görüldüğü gibi alışkanlık seviyelerinde erteleme eğilimine sahip olan bireylerin kişilik özellikleri ile Eysenck’ in ortaya attığı kişilik modelinin nevrotik düzensizlik boyutu ile ilişkili olduğu görülmüştür. Aynı zamanda erteleme davranışının zamanı ve hayatı yönlendirme özelliğinin Eyscenk tarafından açıklanan kişiliğin bilinçlilik boyutu ile aynı paydada buluştuğu görülmüştür.

Erteleme Davranışının Amacı ve Boyutları
   Erteleme davranışının amacı anlık rahatlama ve baskılamadan kurtulma gibi tanımlansa da uzun vadede bireyi olumsuz olarak etkilediği çeşitli araştırmalarla ortaya konulmuştur. Bazı araştırmacılar ertelemeyi, amaca hizmet eden stratejik bir kaçınma yöntemi olarak ifade etmişlerdir (Ferrari ve Beck, 1998; Eerde-Van, 2003). Tanımlarının başkalaşmasına rağmen erteleme açıklamalarının ortak özelliğinin “Öncelikli olarak gerçekleştirilmesi gereken ile önceliği olmayanın yer değiştirmesi, daha az önemli olanın öne alınması.” olduğu söylenebilir. Bunun yanında ertelemenin vazifeyi geciktime yahut vazifeden kaçınma gibi yalnızca davranış boyutunda değil, duygusal ve bilişsel boyutlarda da kendisini gösterebileceği unutulmamalıdır (Özer, Demir ve Ferrari, 2013). Bireyin erteleme eyleminin farkına vardığı anda kendisini reddetmesi, yetersizlik hissetmesi, suçluluk duyması, hilekarlık hissini yaşaması, utanç duyması, gerginliği ve panik hissetmesi erteleme davranışının duygusal boyutunu temsil etmektedir (Binder,2000). Bunun yanı sıra Knaus (1998)’a göre erteleme yapanların daha çok üzüntü, kin, depresif ruh hali, umutsuzluk, kırgınlık, öfke gibi çeşitli duygu durumlarını yaşaması ertlemenin duygusal boyutunun örneklerindendir. Ayrıca bireyin ulaşmak istediği idealler ile yaptıkları-ettikleri arasındaki fark ise erteleme davranışının bilişsel boyutunu ortaya koymaktadır (Ferrari, 1994; Blunt ve Pychyl, 2000). Senecal’a göre ise ertelemenin davranışsal boyutunda, yapılması gerekli olan ya da alınması gerekli karara ayrılan vakit gereksiz bir harcama olarak görülmektedir (Senecal ve diğerleri, 1995).

Erteleme Davranışına Kuramsal Bakışlar
   Erteleme davranışı ilk olarak psikoanalitik yaklaşımı benimseyen kuramcılar tarafından ortaya konulmuştur. Psikoanalitik yaklaşımı benimseyen araştırmacılar, çoğunlukla sergilenen bu erteleme davranışının kaçınma bağlantılı bir başa çıkma metodu olduğunu söylerken (Alexander ve Onwuergbuzie,2007; Ferrari, Johnson ve McCown,1995), tıpkı tanımlanmasında olduğu gibi somut ortak  bir noktaya ulaşılamamıştır. Örneğin bilişsel davranışçılar, erteleme eğiliminin bireyin zihninde ürettiği irrasyonel düşüncelerden ve somut dayanağı olmayan, akıl dışı inançlardan kaynaklandığını savunmuşlardır (Burka ve Yuen,1983; Ellis ve Knaus,1997). Fakat davranışçı yaklaşımı benimseyen kuramcılar erteleme davranışını, bireye kısa vadede haz, mutluluk ve rahatlama hissi veren öğrenilmiş bir davranış olarak tanımlamışlardır (Lamba,1999).

Erteleme Davranışının Nedenleri
    Erteleme davranışına neden olabilecek çeşitli etkenler araştırmalar sonucunda ortaya konulmuştur. Bunlar genel olarak; bir otorite tarafından değerlendirilme kaygısı, etkenler arasında kalma, kararsızlık, bir güce bağımlı olma, dışardan yardım isteği, verilen vazifeden hoşnut olmama, özgüven eksikliği, tembellik, girişken olamama, başarma konusunda korku duyma, zamanı gerektiği gibi değerlendirememe, kontrol edilmeye karşı tepki, risk alma davranışı, akran grubunun etkisi ve mükemmelliyetçilik olarak sıralanabilmektedir. Bunun yanı sıra özyeterlilik inançları, irrasyonel düşünceler, cinsiyet, sınıf düzeyi, ebeveynlerin eğitim kalitesi, konsantrasyon bozukluğu, başarı amacını oryante edememe ve gerçek dışı düşünceler de erteleme davranışına yönelik temel sebepler olarak görülmektedir (Aydoğan,2008; Balkıs,2006; Ferrari, Fransisco, Morales,2007; Howell ve Watson,2007; Kandemir,2010; Pfeister,2002; Watson,2001). Ek olarak Lay, Knish ve Zanatta (1992), öğrencilerin yaşadığı erteleme davranışına katkıda bulunan belirli davranışlar katarak bu tanımın kapsamını geniş bir alana yaymışlardır. Bu araştırmacılar, erteleme eğiliminin, önhazırlık ya da uygulama eksikliğinden, yetersiz miktarda çabadan, verimsiz performans durumlarından kaynaklandığını söylemişlerdir. Örnek verilmesi gerekirse, birey çalışmak için erteleme davranışını ve oyalanmayı teşvik edici ortamı seçebilir. Bahsedilen bu son durumu seçme kendini baltalayıcı/engelleyici bir davranış biçimi olarak görülebilir (Ellis ve Knaus, 1977). Ayrıca Tice ve Baumeister (1997)  erteleme eğiliminin olumsuz bir sonucu olarak, erteleme eğilimli bireylerin, diğer akranlarıyla karşılaştırıldığında daha sık fiziksel kaynaklı problem yaşadıklarını ortaya koymuşlardır. Yapılan bu incelemede, erteleme eğilimine sahip olan bireylerin erteleme eğilimine sahip olmayan bireylerle karşılaştırıldığında dönem başında daha az stres, anksiyete ve fizyolojik rahatsızlık yaşadıkları, dönemin sonlarına doğru ise stres düzeylerinin, anksiyete seviyesinin ve fizyolojik rahatsızlıklarının arttığı aktarılmştır. Sıkça rastlanılan bulgularda, erteleme eğilimli öğrencilerin çalısmalarında sıklıkla düşük not almakta ve daha sık hastalanmakta olduğu anlaşılmıştır. Analistler, erteleme eğiliminin kısa vadeli menfaatler ve uzun vadeli engeller tarafından ortaya çıkarılan kendini baltalayıcı bir davranış kalıbı olduğu sonucuna ulaşmışlardır.

Erteleme Davranışının Türleri
  Bu komplike olgu beş farklı türde incelenmektedir. Genel olarak bu türler;
Ø  Genel erteleme eğilimi,
Ø  Akademik erteleme eğilimi,
Ø  Karar vermeyi erteleme eğilimi,
Ø  Nevrotik erteleme eğilimi,
Ø  Kompulsif ya da işlevsel olmayan erteleme eğilimi olarak değerlendirilmektedir.
  Bunun yanı sıra erteleme eğilimi davranışının ilk iki türü zararsız olarak nitelendirilebilirken, birtakım durumlarda bireyin çevresiyle karşı karşıya kalma sürecinde yetersizlik ve çaresizlik duyguları yaşamasına da sebep olduğu görülmüştür (Delongins, 1982; Flett, 1985; Kanner, 1981; Milgram ve Arad, 1990. Akt.: Milgram, Tal ve Levision, 1998). Maddelenen bu davranış şekillerinden ilk ikisi görevden kaçınma, diğerleri ise karar almaktan kaçınma ile ilgilidir (Balkıs, 2006). Buna istinaden erteleme davranışının inceleyeceğimiz boyutta temelde iki türü bulunmaktadır. Bunlar akademik erteleme davranışı ve kronik erteleme (trait procratination) olarak sınıflandırılmaktadır. Kronik erteleme davranışı bir kişilik özelliği olarak belirtilirken, erteleme davranışının özel alan türü olan akademik erteleme ise bireylerin eğitim hayatına ilişkin yaptığı ertelemelerin genel adı olarak açıklanmaktadır. Akademik ertelemenin, genel erteleme türüne göre daha yaygın olduğu ve genellikle üniversite öğrencileri arasında yaygınlaştığı belirtilmektedir (Aydoğan,2008; Balkıs,2006; Ellis ve Knaus,1977; Hill, Chabot ve Barrali1978; Howell ve Watson,2007; Pfeister,2002).

Akademik Erteleme Eğiliminin Açıklanması
   Akademik erteleme davranışının genel olarak akademik sorumlulukları başarma ve tamamlamayı bir sonraki güne bırakma şeklinde tanımlandığı belirtilmiştir (Senecal ve diğerleri,2003). Önceden planlanan eylem ve oluşların mantıksal temellere dayanmayan birçok mazeret sonucu yapılması gereken vakitten daha ileri bir tarihe ertelenmesi şeklinde yorumlanabilmektedir. Bu erteleme eğiliminin genel erteleme davranışından farkı eğitim hayatıyla sınırlandırılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Bireyin eğitim hayatına ilişkin yapmış bulunduğu geciktirme eğilimidir. Ayrıca Senecal ve diğerleri(1995)’ne göre akademik ertelemenin tembellik ve verimsiz zaman yönetimi özelliğinden daha çok bireyin motivasyonel eksikliğinden kaynaklandığı belirtilmiştir. Bunun yanı sıra eğitim hayatında etkin bireyin yaşadığı sınav kaygısının da akademik erteleme davranışının en önemli sebeplerinden biri olduğu ifade edilmiştir (Scher ve Ostarman, 2002). Yapılan araştırmalar sonucunda çoğu öğrencinin başarısızlık göstermemek adına akademik erteleme yöntemini tercih ettiği gözlenmiştir (Middleton ve Midgley,1997).  Ellis ve Knaus (1997), akademik erteleme probleminin üniversite öğrencileri arasında her on öğrenciden yedisinde bulunduğunu aktarmıştır.

  Akademik Erteleme Eğiliminin Nedenleri ile Mükemmelliyetçilik Eğiliminin İlişkilendirilmesi
   Akademik erteleme davranışının birçok boyutu ve nedeni vardır. Bu konu ile ilgili yapılan bazı çalışmalarda, öğrencilerin yaptıkları bazı işleri diğerlerine göre daha yüksek düzeyde bir erteleme eğilimi gösterdikleri gözlemlenmiştir. Örnek verilecek olursa, Solomon ve Rothblum’un (1984) üniversite öğrencileri üzerinde gerçekleştirmiş olduğu incelemelerin sonuçlarına göre, öğrenciler sınavlara yönelik görevlerini daha az erteleme eğiliminde olurken, yazılı teslim edilmesi gereken görevleri daha fazla erteleme eğiliminde bulunmaktadırlar. Ayrıca alanda yapılan diğer bazı araştırmalarda da, erteleme davranışının görevlerin son teslim tarihini unutma, sınavlara hazırlanmayı geciktirme ve alt düzeyde bir akademik başarı davranışlarıyla ilişkili bulunmuştur (Beswick, Rothblum ve Mann, 1988; Clark ve Hill, 1994; Lay ve Burns, 1991; Rothblum ve arkadaşları, 1986; Wesley, 1994). Bu verilere ek olarak incelemeler akademik erteleme davranışının, iletişim anlayışı, etkili olmayan öğrenme metodları, düşük düzeyde not ortalaması, görevden sıkılma, kapasiteyi zorlayıcı derecede verilen ödevler, plansız çalışma alışkanlığı, irrasyonel yönde bulunan çeşitli bahaneler, kaygı düzeyi, depresyon, düşün benlik saygısı, gerçekçi olmayan düşünceler, düşük benlik yeterliliği, düşün benlik kontrolü ve doyumu erteleyememe ile bağlantılı olduğunu ortaya koymaktadır (Chissom ve Nejad, 1992; Ferrari, Johnson ve McCown, 1995; Ferrari ve Beck, 1999; Haycock, McCarthy ve Skay, 1998; Lay, 1986; Senecal, 1995; Solomon ve Rothblum, 1984). Bir diğer yönden, Ferrari ve arkadaşlarına göre ise bu akademik erteleme eğilimi cinsiyet ve etnisiteye göre anlamlı düzeyde farklılaşmaktadır (Ferrari ve diğerleri, 1995).  Literatürde erteleme davranışı ile kişilik arasında anlamlı bir korelasyonun varlığı görülmektedir. Bu kişilik özelliklerinden mükemmelliyetçilik ile akademik erteleme eğiliminin ilişkisinin açıklanması çalışmanın temelini oluşturmaktadır. Mükemmelliyetçilik, bireyin içinde bulunduğu durumlar sırasında kendisini en sert biçimde eleştirmesi ve kendisi için en uç sınırları belirlemesi olarak tanımlanmıştır (Hshafran ve Mansell, 2001; akt: Kobori ve Tanno, 2005). Ayrıca aşırı eleştirel bir bireysel değerlendirme yapma ve kendisine aşırı üst hedeler belirleme (Burns, 1980; Flett ve  Hewitt, Blankenstein ve Koledin, 1991; Frost, Marten, Lahart ve Rosenblate, 1990; Stoeber ve Stoeber, 2009), kişinin davranışlarının kendisine hiçbir zaman tam manasıyla yeterli gelmemesi durumu ve bastırılamayan bir şekilde diğerlerine karşı üstün gelme çabası içerisinde aşırı bir biçimde çabalama eğilimi  (Slaney ve Ashby, 1996) olarak da tanımlanabilmektedir. Ayrıca Flett ve diğerleri (1991), mükemmeliyetçiliğin bireylerin gerçek dışı inançlarıyla ilişkili olabileceğini, Blankenstein, Flett, Hewitt ve Eng (1993), mükemmeliyetçiliğin başaramama korkusu, hata yapma, kontrolü kaybetme ve sinirlenme gibi bazı kişiye özgü  korkularla ilişkili olduğunu bulmuşlardır.

  Ellis ve Knaus (1977) erteleme davranışına sahip olan bireylere; “Her şeyi her zaman en iyi bir şekilde yapmaya yönelik engellenemez talebiniz sizi bir şeyi zamanında yapmaktan kaçınmaya ya da hiçbir şekilde onu hiçbir zaman yapmamak için bir bahane bulmaya sürükler.” şeklinde açıklamışlardır. Ulaşılan bu mantığa göre erteleme eğilimi bir işi, bir görevi yeterli bir şekilde tamamlamak için oluşturulan aşırı dogmatik inançlardan ve başarılı olma yeterliliğine temellendirilen benlik değeri algısından ileri gelmektedir. Bununla birlikte erteleme eğilimi/davranışı ile mükemmeliyetçi kişilik özellikleri arasındaki ilişkiyi inceleyen çeşitli çalışmalara bakıldığında, etkenler arasında anlamlı ilişkiler olduğu görülmektedir (Ferrari, 1992; Martin ve arkadaşları, 1996). Örnek verilirse, Ferrari (1992), erteleme eğilimi ile mükemmeliyetçi kişilik özellikleri arasındaki korelasyonu  incelediği çalışmasında, erteleme eğilimi yüksek olan bireylerin kendilerini daha mükemmeliyetçi özelliklerine sahip olarak nitelendirdiklerini rapor etmektedirler. Bir başka biçimdeyse, Martin ve arkadaşlarının (1996), erteleme eğilimi ile çok boyutlu mükemmeliyetçilik ölçeğinin alt boyutları arasındaki ilişkileri araştırdıkları çalışmalarında, erteleme eğilimi ve mükemmeliyetçi kişilik özellikleri alt boyutları arasında farklı derecelerde anlamlı ilişkiler bulmuşlardır. Örneğin erteleme davranışı ile mükemmeliyetçilik kiiilik özelliklerinin kabul isteği alt boyutu arasında pozitif, kendi yönelimli (self-oriented) mükemmeliyetçilik alt boyutu ile erteleme eğilimi arasında anlamlı negatif ilişkilerin varlığı gözlemlenmiştir. Bu inceleme, diğeri yönelimli mükemmeliyetçi kişilik özelliklerinden daha çok, bireyin kendi yönelimli mükemmeliyetçilik eğilimlerinin, erteleme eğilimiyle olumsuz ilişkili olduğunu ortaya koyması bakımından önemli görülmektedir.

Mükemmelliyetçilik Eğilimi ve Boyutlandırılması
   Mükemmelliyetçiliğin iki boyutu bulunmaktadır. Tek ve çok boyutlu olarak kategorilize edilen mükemmliyetçilik davranışına sahip olan bireylerin kendilerini ortaya konulan ürünler sonucu elde edilen başarıya göre değerlendirdiği ve elde edilmesi imkansız olan amaçlar uğruna sürekli çaba gösterdikleri gözlemlenmiştir (Burns, 1980).  Çok boyutlu bakış açısından değerlendirilen mükemmliyetçiliğin üç ana bölümü vardır. Bunlar; kendine yönelik mükemmelliyetçilik, diğerlerine yönelik mükemmelliyetçilik ve sosyal düzene karşı mükemmelliyetçiliktir. Kendine yönelik mükemmelliyetçilik, bireyin kendisine ulaşılması güç hedefler belirlemesi ve bu hedeflere, kişisel mükemmelliyetçiliğe ulaşmak, başarısızlıktan kaçınmak adına durmadan çaba harcaması şeklinde tanımlanmaktadır. Diğerlerine yönelik mükemmelliyetçilikte ise başka bireylerin üzerinde kapasitelerinin çok üzerinde ve gerçekçi olmayan beklentilere girme, inanç besleme eğilimidir. Diğerlerine yönelik mükemmelliyetçilik davranışı bireyde suçluluk, güven kaybı, öfke, kin ve hayal kırıklığı gibi duygu durumlarına yol açabilir. Bir diğer tür olan sosyal düzene karşı mükemmelliyetçilikte ise bireyler diğerlerinin gerçek dışı niteliklere sahip olduğunu ayrımsarlar. Farkına varılan bu mükemmelliyetçi diğerleri, bireyin de mükemmel olması için bireye baskı yapmaktadırlar. Bireyler de başkalarınca negatif algılanmaktan korku duyarlar ve diğerlerince onaylanmayan her türlü durumdan uzakta dururlar, şeklinde tanımlanmıştır (Hewitt ve Flett, 1991).  Her alanda en üst başarıyı göstermeyi amaçlayan bu tip mükemmelliyetçi kişilerin belli prensipleri, mükemmeliyetçiliklerini koruyan belli düşünce kalıpları bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi de erteleme eğilimini doğuran “ya hep ya hiç” prensibi olarak gösterilebilmektedir (Erözkan, 2009). Mükemmelliyetçi bireylerin başarısızlıktansa ya hep ya hiç prensibi çerçevesinde görevi ertleme eğilimi gösterdikleri araştırmalarla sabittir.

    Martin ve diğerleri (1996)’nin yaptığı araştırmalarda erteleme davranışı ile çok boyutlu mükemmelliyetçilik arasında anlamlı ilişkiler saptanmıştır.

YÖNTEM
Örneklem
  Bu araştırmanın örneklemi Giresun Üniversitesi bünyesinde eğitim veren Fen-Edebiyat Fakültesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Mühendislik Fakültesi ve Sağlık Bilimleri Fakültesinde eğitim gören 758 (158’i kız, 600’ü erkek) üniversite öğrencisinden oluşmaktadır. Adı geçen fakülteler arasından seçkisiz örnekleme yoluyla her fakülteden toplam 8 bölüm araştırmaya dahil edilmiştir. Örneklemin yaş, bölüm, cinsiyet olarak dağılımı tablo 7’de gösterilmektedir. Örneklemin yaş uzamı 17 ile 32 arasında değişmektedir.
Veri Toplama Araçları
Kişisel Bilgi Formu
Örneklemde yer alan bireyleri tanıyabilmek ve kriterleri ortaya koyabilmek amacıyla öğrencilerin yaş, cinsiyet, statü, akademik başarı, kişilik özellikleri gibi faktörleri belirlemek üzere araştırmacılarca hazırlanan soru formu Kişisel Bilgi Formu adı altında katılımcılara uygulanmıştır.
Erteleme Davranışı Değerlendirme Ölçeği - Öğrenci Formu (EDDÖ-Ö)
Bireylerin erteleme eğilimli davranış formlarının bilişsel-davranışçı tetikleyicilerini değerlendirmeyi hedefleyen Erteleme Davranışı Değerlendirme Ölçeği-Öğrenci Formu, Solomon ve Rothblum (1984) tarafından geliştirilmiş ve Özer (2005) tarafından Türkçe’ye uyarlanmıştır. 5’li Likert tipi bir ölçek olan EDDÖ-Ö, iki bölüm ve 44 maddeden oluşmaktadır. İlk bölüm 18 maddeyi içermekte ve 6 akademik alanda ertelemenin yaygınlığını ölçmektedir. Bu alanlar;
a) dönem ödevi hazırlama,
b) sınavlara hazırlanma,
c) haftalık okuma ödevlerini tamamlama,
d) okulla ilgili idari işler,
e) katılım ödevleri,
f) genel olarak okul etkinlikleri olarak sıralanmaktadır.
İşlem
Elde edilen araştırma verileri 2015-2016 eğitim öğretim yılı bahar döneminde Giresun Üniversitesi dersliklerinde uygulanmıştır. Verilerin toplanmasında üniversite rektörlüğünden gerekli izin ve yetkiler alınmıştır.

 
Bu makale, kaynak tarama ve rapor yazma dersi final projemin giriş kısmıdır, kaynakçalar belirlenmiş, APA6 kurallarınca yazılmıştır. -Büşra İŞCAN
Unknown Baş Deli

24 Mayıs 2016 Salı

Sıradaki Ezan Sevip De Kavuşamayanlara Gelsin




sevdiğini alamayan bütün müezzinlere...

bir trapezin durması gibi suya
içime çok yüksek bir yerden atlar mısın leyla
başın kaşın yarılsa diplerime çarparak
kanın karışsa suyuma
yerin bütün kanunlarına kusarak
ben sana bulanayım sen bana...
kapımı çalmanı istiyorum leyla
o kadar evde yokum ki anlatamam
insan insana aşık olmaz güzelim
insan insanın yanında bile durmaz
bak hala görmedin mi yoksa mecnunu
sen sanıp çölün öpmedi mi kumunu
şundandır her dem kalbe yayılan sızı
neyi sevdiysek dolandı kanatarak
dikenli bir tel olup seven her tarafımızı
elbet her fani gibi ben de bir faniyim
sen de bir fanisin leyla jiletin varsa göstereyim
yine de kapımı çalmanı istiyorum leyla
evde yokum evim yok dışardayız cümbür cemaat
seni de istemiyorum beni de bu başka
öyle bir yol ki nasıl güzel nasıl dar
benim de bu dünyada ödünç bir kapım var
olmuyor tutamıyorum kendimi leyla
kapımı çalmanı istiyorum hepsi bu kadar

alper gencer şiiridir.
Unknown Baş Deli

21 Mayıs 2016 Cumartesi

Taş Ağırlığında Bir Masal


 
  Size en değer verdiğim şiiri bırakıyorum. Birhan Keskin'in Yol isimli kitabından alıntıdır, lütfen en sevdiklerinizle paylaşınız. Bu da okumaya üşenenler için; https://www.youtube.com/watch?v=ozDxYLzrh9M

 


III
madem arkandan ağlamamı bile çok gördün bana
al bu taşlar senin olsun…o halde ve bundan böyle
bütün davullar vursun, telleri kopsun sazların
boşluğa bağırsınlar, birlikte;
kan kusacağız.
kan kusacağız.
madem dünya bunca zalim
madem yakışmıyor kalbimize.
bütün davullar gümlesin
boşluktan gelen, boşluğu dolduranı
boşluğa böğüreni
vursun.
bak! nasıl kan kusuyor külde uyuyan
dünya görsün.

VI
ben seni hep sevgilim ben seni hep
yüzünden geçen dalgalardan okudum.
ellerine sevgi okudum gözlerine şefkat okudum
annen seni inkar etmişti
aldım etime dokudum.

V
Yanmamı bekleme benden
Ben ne çok yandım, biliyorsun.
Yanamam ben yanamam
yanamam küllerim uçuyor.
Rüyamda sapladığın jiletler etimde
Kanamıyor acımıyor.
Acımıyor
Bu dünya buz, bu buzda
Hiçbir şey acımıyor.
Bunlar yalan,
Yalan söylediklerim
Yalan söylediklerin
Bunlar ancak dünyaya yakışıyor.

VI
Küldüm ben zaten
Küldüm zaten küldüm zaten
Kalmışsa eğer
Külün içinde şimdi insanım
uyanıyor.
Dünya görsün şimdi.
Bembeyaz
dünya
Yoluna baş koyup buzda
Kan kusanı.

VII
Dünya ne ki sevgilim,
Benim sana yaptığım kubbe yanında?
Düşsün, olsun, bırak,
içinde yıldızlar patlıyor.
Kolaydır inanmak kadar inanmamak da.
İster sal kendini dünyaya, ister kal yanımda
Her şeyden öte öyle sevdim ki ben seni
Yoluna baş koymak diyoruz
Biz barbarlar buna.

VIII
Kırdım, evet, o yalan mekânı kırdım
Çıksın diye ortaya
Çırılçıplak:
Sen benim yuvamsın
Yuvanım ben senin.

IX
Beni bilmediğim bir dünyaya attı…
Bir cümlem yok, darmadağınım, bundan.
Bir düşümüz vardı, “birlikte yaşamak” koymuştuk adını,
çok acıyor, belki bundan.
Aşkî bir cümle mi bekliyorsun benden.
Bekleme.
Mutfakta reçel yapan iki kadın.
Kırmızı biberleri filan.
Rüzgâr alan biraz tepe bir yer.
Bakınca, iki yandan
ufuk filan.
Dünya yuvarlak değil de hafif elipsmiş gibi.
kaldı ki iki kadın, dünyanın yuvarlağını zaten anlamayan.
böyle. kendime inandığım gibi inanmıştım ona da.
aşk olanın ötesinde bir aşktan söz etmek, ah
bir inançtı desem.
bu kadar dağılmam kendimi şimdi
bu dünyaya fırlatılmış gibi hissetmem, bundan.
ne söylememi bekliyorsun hava aldıkça sızlayan bir diş var içimde.
susmam bundan, konuşmam bundan.
ben zaten o ilk acıyla ölmediğimde çok gücenmiştim hayata.
insan olmuştum ilk o zaman.
ya da bozmuşlardı ben yeni doğandan.
kendimi acıya teslim ettiğimde hatırladım,
ölünmüyordu, hatırladım.
ölünmüyordu.

XI
acı çekerken de adil ol, diyor bana.
adil ol. sen değil misin inanan
hayatın büyük bir kader olduğuna,
kaderi yönlendirmek bile o büyük kader’ in
içindedir filan.
o yüzden şimdi adil ol.
sus. söyleme böyle şeyler! adil ol.
inanmıyorsun değil mi?
beni bilmediğim bir dünyaya attı,
diyorum.
diyorum ki,
sözde kalır her şey. sözde kalıyor.
bir de bana adil ol, diyorsun.

X
ey duymayan insanı,
ey hayat dedikleri büyük kusur.

ey kimselere değişmediğim
ayrılığın neden bunca ağır?
hani adalet?
bir kasım’ dan öteki kasım’ a
bir yanım kör bir yanım sağır.

XV
ben başka bir şey olmak istemem
istemedim başka şey.
sabırla sevgilim sabırla
acılarımız eşitlensin bu şehirde
diye diye.
bu şehirde etten geçip kalbe erişene
dek sabırla. tek, sabırla.
kaç kişi var bu şehirde
ruhunu sana kubbe,
kubbe etmiş!

XIV
büyük keder içerirmiş, gördüm, anladım
etten geçip aşka varanın sevgisi.
bunun yanında sevgilim bunun yanında
etin ihaneti, kısaca
hiçbir şeydir.

XII
şimdi bir masaldan bir peri
sessizce dinlesin beni,
alsın yorgun başımı
alsın cümlemi
usulca kalbine koysun.
benim cümle taşıyacak halim
yok.

XXXI
Katlanan, insanın birbirine yapışan yaralarından
bir yuva inşa etmektir aşk da, varla yok arasından
Ve ahşabı kemiren de ahşaba dahildir,
değil dışarıdan.
Beyhude insanın yuva arayışı ama
yine de yuva arar insan.
dışarısı sevgilim, dışarısı senin
kendini sürekli kaçak kılacağın yollardan başka nedir?
yollar ki hep gider, hep yatay.
ah ben bu kubbe fikrine o yüzden
takılmışım; kubbe ki yüz seksen derece bir şey,
büyük bir arzuyla mümkün.
gayret’ in bildiğimiz ve unuttuğumuz anlamıyla örülen.

XVI
in ordan, in ordan
in, diyor bana
zamanın ensesinden.
ay adalet’ ten söz eden zalim
şimdi bi dur, düşün:
ev ki, en büyük mahremiyetti
kimdi vuran, kimi, en mahreminden?

XVIII
en acısını sevgilim en acısını
tadayım istedin:
en acısı buydu.

XVII
omurgamı aldın benim.
omurgamı aldın.
omurgamı aldın.
omurgamı.
niye?

XIX
Varla yok arasındayım
Varla yok arasındayım
Hep, varla yok arasındaydım.
Zaten.
Ben bilmedim ki
niye teyelliyim, niye?
Varla yok arasında
Varla yok arasında
Elimde bir kırık testi
Elimde bir kırık testi
Nereye bırakayım!

XX
Gitmek mi yitmektir kalmak mı artık bilmiyorum
yerini yadırgayan eşyalar gibiydim ya ben hep
ve inançlı, gitmenin bir şeyi değiştirmediğine.
bilemem, belki bu yüzden
ben sana yanlış bir yerden edilmiş
bir büyük yemin gibiydim.
beni hep aynı yerimden yaralayan o eve
yine de döneyim döneyim istedim.

XXI
ah benim sesimle
söylesem de, inanmazlar
benzemiyor çünkü bir dile.
döndüğüm, döndüğüm ama döndüğüm
döndüğüm bu sema sensin. dön
düğüm.
sen benim kara ömrüme vuran
suyumu harelendiren sevincimdin.

XXXV
onu sevebileceğinin en yücesiyle sevdin.
titreme daha fazla kalbim.
bağışla kendini artık onu da
bırak gitsin.
bırak gitsin.
o senin en ezel gününden kaderin
sen onu nasılsa bin kere daha
seveceksin.

XXII
günler öylece kendi kendine geçsin diye
bir camın arkasında durdum
bana dokunmasın hiçbir şey
hiçbir şey yarama merhem olmasın
iyileşecekse, hiçbir şeysiz iyileşsin diye
bir camın arkasında durup
akan hayata ve zaman baktım.
bilirdim, biliyordum, biliyorum,
bittiğinde, geçtiğinde,
azaldığında sızı, iyileştiğimde,
o saman tadıyla karıştığında;
her şey daha acı olacak.

XXXIII
ne sanıyorsun?
ne sanıyorsun?
benim olan artık
senin de kaderin:
dağ başı,
oradaki yaralı ıssızlık.

XXIII
biz iyileşmeyiz diyor ilhan
biz iyileşmeyiz bunu bil, diyor.
biliyordum: ağırdı
biliyordum: çok ağrıdı
biliyordum: adım adım

ben seninle sevgilim
mutsuz ama bahtiyardım.

XXIV
bir masal
bir taş ağırlığında olabilir mi?
olurmuş meğer.
birlikte bir masala inanmak istedim
ben seninle, sadece bu.
sen beni tek
tek
tek
bıraktın.
benim artık taş taşıyacak,
taş kaldıracak, taş atacak
halim mi var!

XXV
evet kara bir ömür bu benimki.
kara bir toprak.
gerçekle değil, hakikatle değil,
kalbimin aklıyla kurduğum
kara bir ömür.
yalnız değilim, biliyorum
binlercesi var, on binlercesi vardı.
kara bir ömürle buradan geçen.
sen bundan böyle
gerçeğin yan yana getirilmiş
yamalarıyla yaşayacaksın.
ben çoktan çıvdırılmış bir şeydim
sevgilim.

XXVII
gözlerimde bir çita oturuyor birazdan depar
içimdeki çilekeş fuji’ yi tırmanıyor sana
eski bir mektuptan gözlerime yağma
dünyanın bütün neonları yanıyor sönüyor
ve bir fotoğraf iki jiletle paramparça.
bir su aygırı kadar yaralıyım dünyadan
anlıyor musun?
içimde uzağa bakan bir zürafa var
hayat orda burda her yerde kaynıyor.

birazdan öleceğim, içeceğim su nerde?

XXX
kar şiddetle rüzgârla büyük bir kırgınlıkla
vardı gece yarısı dağlarına. gelemem artık yanına.
ben kaybettiğime ağlayayım sen kaybettiğine ağla.

XXVIII
ömrümü adadımdı.
elimden aldığın ve parçaladığın şey bu!
adaletin adını neden anmıyorsun burada da?
o yüzden büyük yaram
o yüzden büyük öfkem
o yüzden dinmiyor
içimde hepsi, hınca hınç.
hıncahınç.

XXVI
o kadar uzun yol geldik ki seninle
şimdi, sen ayrı ben ayrı olan o yolu
nasıl yürüyeceğiz?
(biz seninle yoldayken
yanımızdan ovalar, ağaçlar; titreşen
rüzgârlar akmıştı. bir yolumuz olduğunu,
yol kazalarını, yol yorgunluğunu
o zamanlar biliyor muyduk?)

XXXII
ömrü gurbette geçenler gibiydim senin yanında
duymadın mı, çok söyledim?
o uzun gurbette,
ben senin “adalet” diye diye nasıl unufak olduğunu
gördüm.
göre göre, duya duya,
yine de bigâne olarak her şeye.
bilmedin ki; ben senin gurbetinde delirmemek için
kalbimin aklıyla ördüğüm bir yıldızlı kubbede
yaşadım.
tecellinin içinde ecel durur sevgilim, görmedin mi?
adaletin içinde bir zalim oturur.

XXIX
sonra, çoook sonra, bu parçaların sonunda
sen beni kızını çok seven
bir anne olarak hatırla.
ben ki hiç kavuşamamıştım sana.

XXXXII
ve huzurla, içerde bir yumuşak ışık
dışarda dağların etrafını saran kızıllık vardı.
durmak için dünyanın dışında iyi bir sebep
ve bir ana enstrüman;
incecik bir müzikle piyanonun tuşlarına vuran.
yüzünde yeryüzünü gördüğüme duyduğum bir şükran.
her şeyin sertliğini gömen ve uyutan bir kış,
sen ki, de ki grand teton’ a kar yağdı.
o karın ortasında önümüzden bir nehir
karla karışık akardı.
sarartma beni
sarartma beni sarartma.

XXXXIII
fazla insansın sen sevgilim fazla insan
bir barbarım ben oysa, bir hayvan
dilim bağışlamaktan söz eder benim
seninki adalet ve intikam.
söylemeye gerek var mı sevgilim
söylemeye gerek var mı şimdi
yetiştirdiğim en iyi nişancı vurdu beni
klimanjaro’ nun karları sevgilim
klimanjaro’ nun karları
iniyor aşağı.

XXXIV
birini seviyorsan onu öldürme! demek kolay
oysa her âşık önce kendine sonra yanındakine cellat.
ve aşkta ölümün bir anlamı vardır, görklü kılınan
bozulsun diye im
her ateş önce yanını yoklar sevgilim.
bundan böyle ne vakit bir yangından artakalan
isle kararmış bir şair gölgesi görsen
başıboş, duran, susan, içinden yanan:
ya da bir kız kardeş, ağlayan kekliğine,
uzak ve göğsüne klarnet sesiyle dolaşan.

XXXVI
bunca zaman sonra, neden ona dokunmadığımı
neden çekmediğimi silahlarımı kınından
olanı biteni kalbime koyup kendimi çektiğimi
soruyorsan…
ona dokunmadıysam,
dokunmadıysam tek bir sebepledir…
bir barbar ancak eşitine dokunur.

XXXVII
akan sokaklarda yan yatmış otlara benziyorum
rüzgârla yana savrulan dallara.
aşk için ihanetle vuran aşk aşkm'ola?
ah ciğerimin köşesi, kavrula kavrula
kopuyor gönül bağım, sen bağla.

XXXXI
Bir nefeslik can kalsaydı sana üflerdim canımdan
Diyecekler; çok yüksekti ondaki zindan
Görmeli, eline almalı, sıvazlamalıydın, öğretemeden
Yazgına kanat ol kol ol diyemeden ayrı düştüysem senden.
Buna yanarım çok, en çok buna yanarım inan.
Onaramazdım kırdığım yerleri
Onaramazdın kırdığın yerleri
Son bir nefesle sana sarıldımdı.
En acısı buydu.
En acısı buydu.

XXXIX
aşk iki kişi arasında asla eşitlenmeyendir.
ben bir divan şairi değilim ki sevgilim
sana bercesteler düzeyim
yine de giderayak, gözlerine, ellerine, ayaklarına
tutulmuşluğumu herkes bilsin isterim.
ben bu çıldırmış vaktin, ben bu yılan zamanının
paramparça edilmiş şairiyim.ne diyeyim!
yine de içimde, çooook eskiden kalma bir
ya leyl…ya leyle
bir çöl gecesine ismini bırakayım.

XXXVIII
bir dalda iki kiraz gibi
aşk ile öfke arasında
yana yana,
dursun bu aşk. aşk, mola!
ey yaban!
ayaklanacağım
ayaklanacağım!
dizlerimin bağını bağla.

XXXX
sözde kalır sevgilim
sözde kalır bütün sözler
aşk çünkü, aşk çünkü kendine
bir yol, bir ideoloji ister.
bilirim, çöl rüzgârında çalıdır bazı yaşlar.
sen sevgilim ilerde, biraz daha ilerde
bir tarihe başlayacaksın, orası işte
benim tarihimle başlar.
ve say, geriye doğru, tek tek
sende kalsın şimdi al bu taşlar.

Unknown Baş Deli

20 Mayıs 2016 Cuma

Beyaz Zambaklar Ülkesinde





     1868’de Yamburg’da yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen ve uzun bir süre Finlandiya’da kalan yazar, “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” isimli eserinde, küçük ve geri kalmış bir sömürü ülkesi olan Finlandiya’nın kısa bir süre içerisinde eğitim ve kültür alanlarında nasıl kalkındığını anlatır. Bu kitap, geri kalmış bir ülkenin nasıl kalkındığını aşamalarıyla anlatan ve diğer tüm gelişmemiş ülkelere yol gösterebilecek nitelikte önemli bir eserdir.


    Suomi’nin, yani bataklıklar ülkesinin, geçmişinin portresini çizen yazar daha sonraki bölümlerde Snelman ve vatansever yenilikçilerin sayesinde bir bataklıktan nasıl beyaz zambaklar çıkarılacağını ince ince işler. Kiliseden kışlaya, memurlardan halka kadar her kesimin eğitimini büyük bir sabırla şekillendirir ve süregelen çarpık düzeni değiştirmeyi başarır. Kitabın belirli bölümlerinde bu kitlelerin eğitiminde rol oynayan etkenleri yalın bir dille anlatır.

  Birtakım değerleri kazandırırken bunları sağlam bir zemine oturtmayı başaran yazar, anlattığı her ilkeyi bir hikayeyle destekler. Thomas Gulbe’dan Karokep’e kadar her hikayenin kendi içerisinde bir mesaj barındırdığı ve bunun herkesin farkına varabileceği kadar yalın ifadelerle dile getirildiği bölümler kitabın büyük bir kısmını oluşturur.

  Bu ifadelerden benim en çok hoşuma giden “Devlet Tiyatrosu” benzetmesidir. Sözü edilen tiyatronun zemini sağlam olmadığı için temele kalın tahta kazıklar çakılır ve kalın taş duvarları da bu kazıkların üzerine örülür. Zamanla binanın duvarlarında çatlaklar meydana gelir. Bunu gören mühendisler binayı yıkmak yerine temeli açarlar, çürüyen tahta kazıkların yerine sağlam granit taşları yerleştirerek temeli baştan sona yenilerler. Böylece eski bina sağlamlaşmış, tehlikesiz bir duruma getirilmiştir. Bu olayın sonunda yazarın yorumu etkileyicidir. “Devlet tarihi ve milletlerin hayatı da Moskova’daki Devlet Tiyatrosu binasına benzer. Devlet düzeninin eski temelleri, milletleri yönetmenin eski şekilleri, o zamanlar için ne kadar yetersiz görülmüşse de bu temeller, bu eski yönetim tarzları artık zayıf ve yetersizdir. Ünlü bir atasözü vardır: Yeni toplumlar kendileriyle birlikte yeni şarkılar getirir.”  Bunun yanı sıra yazarın dünya görüşünün genişliğinden ve bilgisinden de ayrıca etkilendim. Bazı bölümlerde döneminin getirdiği yeniliklere ayak uyduramayan güçlü devletlerin kötü talihinden bahsederken yaptığı analizler ve verilen örneklerin içerisinde yer alan Osmanlı, kitapta sözü edilen ‘Her millet layık olduğu yönetime ve yöneticilere sahip olur.’ sözündeki hadis esintisi ve Hz.Muhammed örneğine yer verilmesi dikkat çekici unsurlardandı. En göze çarpan tespitlerden birisi de geri kalmış devletlerin gelişmiş ülkelerin kötü birer kopyacısı olmasının eleştirilmesi olduğunu söyleyebilirim. İngiliz hayatının kötü birer kopyacısı olan Finler yahut tüm Avrupa gibi.

  Kitabın katkısının olacağını düşünüyorum. Özellikle Snelman, bir eğiticinin nasıl olması gerektiğinin en güzel örneğiyken yararlı olmaz demek biraz farazi olacaktır. Sadece Snelman değil Petrov da düşüncelerinin geniş penceresiyle gerçekten örnek alınması gereken bir insan. Bizlerse sanıyoruz ki bir tek kendi tarihimizi bilmekle yeterli olgunluğa kavuşacağız, yaşamımızı yönlendirebileceğiz. Oysa öğrenmeye kendimizi açsak, kendimiz gibi olmayanları da kabullenme erdemini gösterebilsek belki o dar pencerenin ötesine geçebiliriz. Ama hata yapmaktan korkmamayı öğrenmemiz gerekiyor. Bir kere düşünün! Kapkaranlık, büyük bir evin içinde dolaşıyorsunuz. Yüzlerce odanın içinde türlü türlü eşya var. Fakat zerre kadar ışık yok. El yordamıyla gidiyorsunuz. Elbette bir şeyler kırılır, hem başkasının değerli eşyasını parçalar hem de kendinizi yaralarsınız. İnsan böyle bir yerde bulununca suçlu mu olur, yoksa ışıktan yoksun bir talihsiz mi? Bence ikincisi. Çünkü o ışık eğitimdir. Ona ulaşıncaya kadar elbette bazı zararlar göreceğiz, bazı şeyler kırılacak. Ama yola devam edersek ve ışığa ulaşabilirsek o türlü türlü eşyanın varlığına vakıf olabileceğiz. İşte benim bu kitaptan öğrendiğim en değerli şey bu.

  Kitabı kesinlikle tavsiye ediyorum, çünkü 94 sayfa. Bir buçuk saatte bitiyor. J Bunun yanı sıra, eğer bir eğitimciyseniz literatürde yazılı eğitim tanımlarının ötesinde size bir eğitim felsefesi kazandıracak kalitede bir eser. Üstelik yalnızca bir hikaye değil, gerçeklik. Biliyoruz ki Fin eğitim sistemi dünyanın bir numaralı eğitim sistemi olarak biliniyor. Bir bataklığın zambaklar diyarına dönmesi Grigory Petrov’un değil Fin halkının yazdığı bir hikaye, nasıl gerçek olmaz?



Grigory PETROV (2010). Beyaz Zambaklar Ülkesinde. İstanbul: Akvaryum Yayınları


Unknown Baş Deli

Alternatif Evlenme Teklifi






Adım Yavuz,
Yirmi yedi yaşımdayım.
Gündüzleri ilahi düzende figüranlık,
Geceleri evde kendi imkânlarımla şeyh yapmaya çalışıyorum.
Putlar orda duruyor,
Baltamın ruhsatı yok.
Ruhumu lokmandan bihaber bir tıp öğrencisine sattıydım.
Eski bir hikâye,
Taze bir yara.
Alternatif bir tıp olmadığını o zamanlar anlamadıydım.
Denekler haliyle gönüllü,
Konu tabiatıyla muğlâk.

Bakın işte bu benim yaram,
Ah evet o da sizin kalbiniz.
Dört kapakçık,
Bir fincan.
Ah evet kabarmış kalbiniz,
Dört oda,
Bir salon.
Fincanı kalbinizden oydum,
İçine koyacak bir şeyim yok kusura bakmayınız.
Ah evet hatrınızı değil ama,
Ahınızı kırk yıl taşıyacağım mutlaka.


Hayatın programı sarmal,
Dön başa.
Taze bir hikâye,
Eski bir yara.

Lakin bizi balkonlarda tutanın,
Yerçekiminden duyduğumuz korku olduğuna inanan bir kıza,
Kendisine bir bumerang çaresizliğiyle fırlatılmış olduğunuzu anlatamazsınız.
Zaten bende anlatamadıydım,
Ruhumun bir sathını oraya bıraktıydım,
Hattı bulamayınca.

Bir eski, bir taze
Yaralı bir hikâye.
Hikâyeden bir yara.

Adım Yavuz,
Yirmi yedi yaşımdayım.
Aslında ben bu şiire,
Size evlenme teklif etmek için başladıydım.

Fincanınızı kalbimden oyayım,
İçine yüzük koyayım,
Koyayım böyle şiire.
Ah evet kalbiniz,
Af edersiniz.

(*) Alternatifi olan, olmasa da olur.

Yavuz ERDEM, yazarın kendi sesinden dinlemek isterseniz linke tıklayınız.
Unknown Baş Deli

18 Mayıs 2016 Çarşamba

visse, scrisso, amô.



Yaşadı.
Yazdı.
Sevdi.
İşte size bir kırgınlık biyografisi.. Önsözü yok olmak olan bir hayatı yaşadı göğüs kafesinin ardında uzunca bir süre. Kendi göğünde kanat çırptı, kendi göğüne merdiven dayadı ve kendi göğüne gömdü özgürlüğünü. Uzun cümleler kurmadan geçti insanların arasından. Kısa hüzünlere tanıklık etti. Yitirdiği zamana ağlayan bir ihtiyara rastladı yol kenarında. Yaşamayı anladı. Kaybettiği sevgilisine mersiyeler dizen bir şaire rastladı, yazmayı anladı. Elinde bir kova suyla kuruyan nehre su taşıyan meczuba rastladı, sevmeyi anladı. Bir adım öteye geçti, Şems'i anladı. Hükmü anladı: "Okuyarak öğreneceksin ama severek anlayacaksın." Uzunca bir süre okuduğu hayatı, sevdikçe anladı. Hayat bir su damlasıydı, yanılgılar okyanusunda. O'ysa gökyüzüne kendini asan bir uçurtma. Kanatlarından vazgeçip düşmeyi anladı. Gönlünü alçalttıkça yükselmeyi. Sayıların yanılabileceğini anladı mesela. Bir saniye bir asırdan daha uzun olabiliyordu bazı zamanlarda. Bir insan daha ağır olabiliyordu okyanuslardan, düşünceleriyle tartıldığında. Gökyüzüne merdivenle çıkılabiliyordu. Yıldızlar gülümsüyor, evren bir insanı sığdıramayabiliyordu boşluklarına. Kısacası iki yarım bir tam etmiyordu bazı zamanlarda, ummanlar bir kuşa yuva olabiliyordu.




Unknown Baş Deli

15 Mayıs 2016 Pazar

Bekleyişimiz Gül Kurutur Abiler



Şiirimiz miydi yoksa bu gülleri kurutan? Önemi yok, sonunda kuruyan biz olduktan sonra. Hem şiir, bekleyişin çocuğudur derler. Aralarında böyle ufak mevzuların lafı olmaz. Sahi, nedir bizi bunca bekleten? Çevrenizdekilere bir bakın, herkes bir şeyleri bekler. Kimilerince bu bir sevgilidir, kimilerince mal mülk, kimilerince de bir otobüs. Otobüs deyip geçmemek lazım, bekleyen nüfusunun yarısından fazlası onu bekler bu hayatta. En çok muhatabı olan fakat en önemsenmeyen bekleyiştir o. Sonuç olarak, türü ne olursa olsun herkesin beklediği bir "beklenen" mevcuttur. Peki farkı ne bu beklemelerin, neden bazı beklemeleri içimizi acıtacak kadar önemserken bazılarını olağan karşılarız? Birini diğerinden daha önemli kılan ne? Cevap basit: "nasıl beklediğin". Kerem'in Aslı'yı beklemesiyle bir olur mu hiç Berkecan'ın Dilansu'yu beklemesi? Yahut karganın kelebeği beklemesiyle aynı mıdır, kelebeğin kargayı beklemesi? Birisi gül kuruturken, bir diğeri gül gibi kurur sevdasından. İşte bekleyişinin gülü, sevdasının kendisini kuruttuğu bir adamı anlatacağım sizlere. Nam-ı diğer "Nakış Baba"yı. Kendisi Ankara'da bir evi ve bin bir çeşit çiçeği olan, otuzuna merdiven dayamış bir doçent. Bir hekim. Tıp eğitiminin ardından TUS' u geçemeyince pratisyen doktor olarak atandığı Söğütlü beldesinde vurulmuş kendini kurutan güle. Bir gün akşam yemeğine davet edildiği ağanın evinde, tam da sevdaya kapatmışken gönül kapılarını, birden vuruluvermiş genç kızın efsunlu bakan gözlerine. Öyle ki sırf o gözlere biraz daha bakabilmek için dokuz bardak çayı devirivermiş midesine. Tabi hal böyle olunca bizim bahçenin gülü de anlamış doktorun muhabbetini, kıpkırmızı olmuş hicabından. Aradan zaman geçmiş geçmesine lakin gönül geçmiyor. Bir gün kız hemşire hanımdan kitap almak bahanesine vurmuş sağlık ocağının kapısını. Nakış Baba'nın kalbi heyecandan maraton koşuyor ama açmış tabi kapıyı. Meğer kızın gönlü de ona düşmüş. O kapının eşiğinde an kadar kısa bir zamanda yürekler söz vermiş birbirine. Kibrit kutularının içine yazdıkları mektuplarla haberleşmişler nice zaman. Malum küçük belde, ağanın da inadı inat ben köyden dışarıya kız vermem diye. Artık daha fazla dayanamayan doktorsa talip olmak istiyor bizim güle. Köyden saydığı bir aileyle birlikte düşüyorlar yollara ama ne fayda. Ağa keskin sirke, küp kırıldı kırılacak. Kovmaktan beter ediyor, sen göçmen kuşsun bense kızımı yanımda isterim diyor. Ne derse desin ikna edemiyor Nakış Baba onu. Zaten bir haftaya kalmadan da haberi geliyor Sultan'ın. Köyün saygıdeğer bir ailesinin oğluyla sözü kesilmiş, gelin gidecekmiş. Dayanamıyor Doktor Fuat, kaçalım gel diyor. Ama öyle kolay mı? Ağa acımaz ikisini de vurur. Sultan çok iyi biliyor bunu ve söz veriyor Nakış Baba'ya, yalnız seni sevdim ve hep seni seveceğim. Ama bu aşka bir kurban gerekiyor, o da ben olacağım. Sözüm sözdür, sana ait kalacağım diyor mektubunda. Nakış Baba yıkılmış, görev süresinin biteceği günü iple çekiyor tabi. Düğün günü dar geliyor dünya, iki senelik iznini yazıp geri dönüyor İstanbul'a. Günler sanki saatlerden geçiyor gibi yakıyor canını Nakış Baba'nın. Derken bir haber vuruyor kapısını, Sultan düğünün ertesi günü eve gelmiş, doktor hakkında da vur emri çıkmış. Hayret dolu doktorun yüz ifadesi, ne olduğunu soruyor hemşiresine. Yirmi gün sonra cevap geliyor hemşireden. Meğer Sultan yalvarmış evlendiği adama, benim sevdiğim var ben seni sevemem bırak da gideyim ne olur kardeşim, demiş. Adam da elini sürmemiş ona. Ardından dedikodular almış başını gitmiş, bizim doktor Sultan'a el sürdü diye görüldüğü yerde vurulsun denmiş. Hemşire de İstanbul'dan ayrılması için uyarmış Nakış Baba'yı. Ama yürek durur mu hiç, hemen haber yollatmış sevdasına gel kaçalım diye. Sonuç yine hüsran, ailemi ezip geçemem bir daha demiş Sultan cevabında. Böylelikle başlamış bizim doktorun Nakış Baba olmasını sağlayacak beş senelik hasret günleri. Sır gibi saklamış sevdasını, günlüğünden başka kimselere de anlatmamış. Doçent olduğu sıralarda bir gün, Sultan'ın amcası ve onun oğlunu görmüş koridorun ucunda. Beldede kendisinin yardımcısı olan hemşire-ricasıyla onu da kendi çalıştığı hastaneye getirtmişti- hanımı gönderip onların maddi manevi her türlü ihtiyaçlarını karşılamasını, gerekenleri yapacağını söylemiş. Bu da yetmemiş dağ tepe demeden kendisini arayan adamın ameliyatına girmiş, insanlık nedir görün der gibi. Nihayet karşılarına çıkmaya niyetlendiğinde de hemşiresi durdurmuş onu. Önce ben konuşayım, senin masum olduğunu, Sultan'a dokunmadığını ve onlar için yaptıklarını anlatayım demiş. Öyle de yapmış. Eşref de babası da öfkelenmeleri beklenirken öyle ezilmişler ki bu iyiliklerin altında, giderken söz vermişler ağayla konuşup sevenler için ellerinden geleni yapacaklarına. Ama ne fayda, sonuç yine hüsran. Ağa küplere binmiş. Doktor Fuat'ın umutları da tekrar yerle yeksan olmuş. Ta ki ders alsın diye Ercan'a günlüğünü verip hikayesini anlatana kadar. Ercan, üniversite sınavına hazırlanan, doktor Fuat'ın kuzeninin oğlu. Ona Nakış Baba lakabını yakıştıran da bizzat kendisi. Ailesinden iki günlük tatil için izin isteyip Söğütlü'ye giden ve kimsenin dize getiremediği ağanın yüreğini yumuşatan on sekiz yaşlarında kumral, yakışıklı bir delikanlı. Beş yıllık hasreti sona erdiren ve Fuat'ı gönül ikliminin Sultan'ına kavuşturan kişi. Hikayenin sonrasını ise Doktor Fuat'tan dinleyelim:
"Ela, derin, sihirli ışınlarıyla dünyayı kuşatır gibi bakan gözler; engin, nihayetsiz mesafeleri yutan asude bir gökyüzünü andırıyordu. Onlarda yitirmiştim kendimi. Sultan'ın fısıltılı sesi kulaklarıma ninni gibi geliyordu:
-Köylüyü düğünümüze davet etti Ercan.
+Güzel.
-Sana bir sorum var.
+Sor.
-Araya yıllar girdi. Umudumu çoktan kesmiştim bile. Ya sendeki nasıl bir sabırdı söyler misin?
+Bilmem, aşk bu olmalı bence.
-Başka birisi olsa unuturdu.
+İnanır mısın, çok denedim bunu. Ama ne yapsam seni unutmaya gücüm yetmedi."


Not: Anlattığım hikaye Ahmed Günbay Yıldız'ın Seni Unutmaya Gücüm Yetmedi isimli romanında tanıştığım güzel insan Doktor Fuat'ın hikayesidir. Ayrıntılarıyla dinlemek isterseniz, 7.5 TL'ye tüm detaylarına vakıf olabilirsiniz. Güneşli günler...
Unknown Baş Deli